10 Mart 2013 Pazar


Kaş-antalya-2012 yaz

Kıyıya doğru yaklaşıyorduk. Yalnız değildim. Ama içimde o kadar yalnızdım ki o an.
Çok uzun zaman önceden beri hakkında duyduğum, kafamda bir efsaneye benzer bir yaşamda yaşadığını kurduğum biriyle tanışacaktım. Toplum normlarını reddetmiş uçlardaki yaşamıyla yüceleştirdiğim biri. Tekneden kıyıdaki ilginç yerleşim yerine bakarken, haşin esintiyle saçlarım uçuşuyordu. Sadece deniz yoluyla ulaşılabilen Simena, süs bebek gibi duruyor karşımda.  Turistler tarafından tüm gizemi yağmalanmış ve bir süs bebeğe dönüşmüş…Pek umursamıyorum. Çünkü orada keşfetmek istediklerim başka. Tekneden iniyoruz. Hızlıca çıkıyoruz merdivenleri. Evinin yerini tam olarak bilmediğimiz Hatice’yi bulmaya. Merdivenlerin köşesindeki yazma satan kıza soruyoruz. Hemen tarif ediyor Hatice’nin evini. Yaklaşık 100 haneli bir yerde herkesin birbirini tanıyor oluşuna çok da şaşırmıyorum tabiî ki. Yakıcı güneşin altında patikalardan yürüyerek eve ulaşıyoruz. Bahçe kapısındaki ahşap kapıyı tıklatıyoruz, bir süre sonra açılıyor. Seviniyoruz, evdeler. Yaşlı teyzesiyle Hatice aşağıdaki koy manzarasına bakan çardaklarına buyur ediyorlar bizi. Vaktimiz az. Onların ise sonsuzluk gibi hissedecekleri kadar vakitleri var. Yaşanamayacakların acısı var Hatice’nin yüzünde.
Mevlüdünü yaptık diyor Ozan’nın, o günün çok kalabalık ve iyi geçtiğinden bahsediyor. Bize de helvadan ikram ediyor.
‘Buraya gelirdi yazları. Onunla çok vakit geçirdik. Küçük bir salımız var, onunla çıkardık denize. Sakin bir çocuktu. Çok akıllı ve dingindi.’ bir anda konuşmaya başlayan Hatice'nin ağzından dökülen ilk cümleler oluyor.
Annemle babama bakıyorum, sessizler. Ben ise şaşkınım. Hatta meraklıyım. Başkalarının acıları her zaman merak uyandırır. Bu inkar edilemez bir gerçektir. Tüm dikkatimle onu dinlemeye devam ediyorum.

'Ozan farklıydı. Abisi gibi değildi. O, bir türlü alışamamıştı gençlik sonrası hayata. Hep huzursuz ve agresifti. Ozan öyle değildi. Kabullenmişti hayatı. Kendi iç huzuru vardı. Kendine ait bir huzuru vardı. Onunla en son burada 1.5 2 ay geçirmiştik…'

Bir damla gözyaşı dökülmemişti Hatice’nin gözlerinden. Halbuki acısı tazeydi. Kimse daha fazlası için tek bir soru sormuyordu. Merak ettiğimiz onca soruyla sessizce duruyorduk. Belki de 10larca kez ben de denize girmiştim benim yaşlarımdaki Ozan’ın ardında binlerce bilinmeyen bırakarak gittiği o koyda. Ürperiyorum.

'Gel sana kara daşı göstereyim' diyor Hatice’nin teyzesi. Gülümseyerek kalkıyorum yerimden. 4-5 basamak iniyoruz pembe çiçeklerin arasından. İnanamıyorum gördüklerime. Sağ tarafımda  Likya dönemine ait ev tipi kaya mezarı, Hatice’nin bahçesinin içinde.
'Bir kara daşdır, herkes bunu görmeye gelip durur.' Hatice’nin teyzesi Demre yöresine özgü şivesiyle ve yaptığı yorumla bir kez daha beni gülümsetiyor.
Şöyle bir aşağıya, koya bakıyorum. O kadar güzel ki… Ama aklım hala Hatice’nin anlattıklarında. Kendi melankolimde düşünüyorum. Hep huzursuz ve agresif olmayı ya da kabullenmişliği.

'Hadi artık gitmemiz gerek. Tekneye yetişmemiz lazım' diyor babam.  Aceleyle vedalaşıyoruz. Hatice’ye bir yaz oraya gelip, kalmaya söz vererek ayrılıyorum. Hızlı hızlı patikalardan inerken Ozan’ı anlamaya daha yakın hissediyorum kendimi. Onun ulaştığı sakinliği hayal ediyorum. Kendimi kendime daha yakın hissederek ayrılıyorum Simena’dan.

20 Şubat 2013 Çarşamba

siddharta


Fark ettim ki baya az şey paylaşmışım buralarda. Ne bir görsel ile ne bir video ile desteklemişim yazılarımı ya da onlara atıfta bulunmuşum. Sanırım repertuarımı geliştirmeliyim. Kendimi geliştirmem gerektiği gibi....
Neredeyse tam da bi yıl önce yazmışım.  Aşağı yukarı aynı düşüncelerdeyim. Bir şey dışında. Beni buraya getiren bu sefer gerçekten sadece sizsiniz. Aslında bir bakıma düşüncelerimin bu kadar sabit kalması pek de hoş değil. Kendimi geliştirememiş ve değiştirememiş olma gerçeği daha da kendini belli etmiş oluyor bu durumda.  Pes ettim tamam. Değiştirdim. Hem de çok. ‘ değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.’ Diyor noktayı koyuyorum bu konuya. İş hayatı – okul vs. artık bunlar hakkında konuşmak da istemiyorum sanırım. Çünkü artık bu tür dünyevi olgular hayatımda kabullenmem gereken bir veri gibi. onları alıyorum. Kabulleniyorum. Ve kalanına bakıyorum. Rest of my life. Bazen İngilizce her şeyi daha iyi açıklıyor. Bunların dışında ise hayatım tamamen ruhani bir boyutta gelişiyor. Bu da gerçekten inanılmaz bir tezat oluşturuyor. Haftasonu ve haftaiçinin iki farklı insana ait olmasından tutun da  gece ile gündüzün paralel evrenlerde geçiyormuşçasına birbirinden farklılaşması. Aklım ve duygularımda yaşadığım bu gel-gitlerle değişen bir ben. Aynı zamanda sabitleşen. Adeta siddhartaya taş çıkartırcasına dinginleşen varoluşum. Hepsi burada hala benimle birlikte. Ben de sizinle…


safi__naz

Gunlerden Bir Gun


Gunlerden bir gun erkenden kalkti. Gunesin dogusunu gorebilmeyi planliyordu ama hava bulutlu ve islakti. Pencereden disariyi seyretmeye koyuldu. Disarisi oluydu ama tazeydi de. Yeni bir gun basliyordu ve baslangicina sahit oldugu icin heyecanliydi. guzel bir gun gecirecegine dair kendine soz verdi.

Bugun yeni deneyimler gunuydu. Uretime gecmeliydi. Bu onun icin yeniydi. Acti bilgisayarini, onunde bombos bir sayfa. Bu beyazliga yuzyillardir ne hayatlar ne fikirler sigdirilmisti. Tum yaratimlarin arka planini olusturuyordu. O da simdi bir sey yaratacakti. Dusunmeye koyuldu. Ne yaratabilirdi? Yaratilacak ne vardi? Kendi sorunlari hakkinda dusundu. Hepsi bos ve sikiciydi. Kendi yuklerinin baskalari icin sikici olacagina emindi. Peki kendi gunluk sikintilarinin disinda kafasina takilanlardan bahsedemez miydi? Dusundu dusundu. O herseye soylenen insan bir melek olup cikimisti o an. Beyaz sayfanin onunde tum karamsarligini kaybetmisti. Dunya kendi halinde donuyordu. Uzerinde barindirdigi her sey gibi o da kendi demliginde demleniyordu. Dert edecek cok sey vardi ama dert etmeye degmezdi. Hersey olacagina variyordu. Bu yuksek derecede sahip oldugu kabulleniciligi farkettigi an kendinden korktu ve bilgisayardan uzaklasti. Koltuga gecti.

Ne yapmali ne yapmali? Belki de yazmak ona gore degildi. Peki one gore olan neydi? Televizyona bakindi. Belki uzerine ugrasacagi bir sey bulmada televizyon ona yardim edebilirdi. Gecti tum kanallari. Onu heyecanlandiracak bir sey bulamadi. Kapadi televizyonu ve boslugu seyre daldi. Eskiden bir suru gereksiz sey kafasini mesgul ederdi ve bunu engellemeye calissa da basaramazdi. Simdi nerdeydi bu ic konusmalar? onlar da onu terketmisti. BIr seyler dusunmeye calisti. Zorladi. Gelen geliyordu ama geri kaciyordu. Gelen dusunceyi tutmaliydi ve kontrollu bir bicimde evrimlestirmeliydi. Kontrollu fikir gelistirme de sikiciydi. icerden karsi konulamaz bir kuvvetle birseyler gelmeliydi. O her neyse onu somutlastirmali ve hayata katmaliydi. Hala bu konuda basarili olamamisti.

Erken kalkisina dair pismanlik duygusu kendini gostermeye baslarken, bu olanlarin, uykulu olmasindan kaynaklandigini kendisine soyleyip durdu. E simdi ne yapmaliydi? Uyumaya devam mi etseydi ki? Onunde koca bir gun vardi ve yapacak hicbir sey yoktu. Yapmaya hevesi vardi ama ilhami yoktu. Saat oglene yaklasiyordu ve zaman gecmek bilmiyordu. O ise bos bos odaya bakinmayi surduruyordu.

Yeniden ise girmemin zamani geldi galiba diye dusundu. Sonra is yasami ile ilgili deneyimleri geldi gozunun onune. Urperdi ve ayaga kalkip bos bos yurumeye konuldu. Aklina gelen imgelerden ve gecmisten cikip gelen hislerinden kurtulmaya cabaladi. Gitti kendine bir cay demledi. Bugun hayatinin en buyuk arzusunu kesfedecegine dair yemin etti ve salona gidip cayini yudumlamaya koyuldu. 

11 Eylül 2012 Salı

yaz bitti

yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiç bir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime

orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri

yatıştırıcı rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne 'dinginlik' adını verir
'seni iyi gördüm' diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki?

köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin, hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi

Murathan Mungan Yaz Geçer den..

22 Haziran 2012 Cuma

    Dışarıda karşılaştığın engeller, içinde taşıdığın sınırlardır. Sende korku ve endişeyi yaratanlar bu olanlar değil, aksine bu olanları yaratanlar senin korku ve şüphelerindir.
    
    Görmek için inanmak, görmeden inanmak, ‘altüst etmek’ demektir. Bireysel bir devrim, bugune dek inandığın herşeyi yıkacaktır.


    İnan ki göresin. İnsanlar inandıkları her şeyi daima gerçekleştirdiler. Ama sen beni suyun üzerinde yürürken görsen bile, ben seni hiçbir şeye ikna edemem. İnanç, inanma zorunluluğu iradenin bir anlık eylemidir, algının içeriden dışarıya doğru çıkartıldığı bir harekettir.

29 Mart 2012 Perşembe

Küçük Prens

"Büyükler rakamlara bayılırlar. Diyelim, yeni arkadaşınızdan söz ettiniz; asla işin özünü merak etmezler. Örneğin, 'Ses tonu nasıl?', 'Hangi oyunları seviyor?', 'Kelebek koleksiyonu var mı?' diye sormazlar asla. Onun yerine, 'Kaç yaşında?', 'Kaç kardeşi var?', 'Kaç kilo?', 'Babası kaç para kazanıyor?' derler. O'nu ancak bu şekilde tanıyacaklarını sanırlar."

30 Mart Masal Kahramanlarını Anma Gününüz kutlu olsun!

27 Şubat 2012 Pazartesi

dünya bu dünya

Bir gün birileri dedi ki;

"Bir şeyler iyiye doğru gitmez. Bir şeylerin iyiye doğru gideceği hiçbir yerde yazmıyor. Dünya asla cennet olmayacak. Öyle olsa cennet olmazdı. Cennet orası, - her neresiyse- burası dünya."

Ve omzumdaki fillerden biri kalktı.Kalktığı yerde izleri vardı.